Günümüzde dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor. 25 yıl sonra ise bu oranın %70’i görmesi bekleniyor. Yani yakın gelecekte 10 milyar olması beklenen dünya nüfusunun yaklaşık 7.5 milyarı şehirlerde yaşayacak. Vahim olarak görülebilecek durum ise şehirleşme artmasına rağmen hemen her ülkede nüfusun belli şehirlere toplanmaya meyilli olması. Ülkemizde İstanbul’da olduğu gibi birçok ülkede nüfusu bugün 10 milyonu aşmış birçok megakent bulunuyor ve megakentlerin sorunları da çoğu zaman avantajlarından büyük olabiliyor.
Aslında hemen her ülkede bir şehrin lokomotif olması şaşırtıcı değil. İstanbul, Londra, Tokyo, New York, Mumbai gibi şehirler; ülkelerinin kültür, ekonomi, teknoloji, yatırım merkezi konumunda. Bu da aslında o şehirlere olan talebin artmasını beraberinde getirecek bir döngü oluşturuyor. Daha çok yatırım, daha çok gelişme, daha çok göç, daha çok talep nedeniyle bu şehirler birincil şehir vazifelerini yerine getirirken oburlaşıyor.
Oysa burada diğer şehirlerin bu birincil şehirlere alternatif olma, benzer imkanları daha kısıtlı ölçekte sunarak büyüme ihtimalleri gözden kaçırılabiliyor. İkincil şehir olarak adlandırılan bu şehirler, genellikle başkentlerin ya da lokomotif şehirlerin gölgesinde kalsalar da aslında hem nüfus çoğunluğu hem de ekonomik büyüme ve kalkınma için kritik görevlere sahiptirler.
Ülkenin nüfus yoğunluğuna göre değişse de genellikle 150 bin ila 5 milyon arasında değişen nüfusa sahip olan ikincil şehirler; bölgesel ihtiyaçları karşılayan, yerel dinamiklerin merkezine oturabilen şehirler olurlar. Nüfusları megapollerden az ancak çevre illerden fazla olan bu yaşam alanları; ticaret, altyapı, eğitim gibi birçok konuda bölgesel çekim merkezi olurlar. Bu da aslında ikincil şehirlerin rollerini anlatma konusunda oldukça önemlidir.
Dünya Bankası verilerine göre günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık %40’ı ikincil şehirlerde yaşıyor ve yıllar geçtikçe ikincil şehirlerin nüfusları ve bölgesel etkileri artıyor. Çoğu zaman liman, endüstriyel tesis, eğitim gibi noktalarda birincil şehirlere benzeyen özellikler taşıyan bu şehirler doğru sistemlere sahip oldukları sürece megakentlerin yüklerini hafifletme, bölgelerinde yerel cazibe merkezi olma, refahın ve kalkınmanın ülkenin farklı bölgelerine yayılmasına katkı sunma gibi işlevleri olur.
Yurt içi hasıla bakımından megapollerden daha düşük seviyede olsalar da ülkenin diğer şehirlerinin önüne geçerek kişi başı gelirin ülke geneline yayılmasına katkı sağlarlar. Megakentler kadar yüksek imkanlar sunmasalar da kendilerine özgü sosyo-ekonomik yapıları ve kültürel birikimleri bulunan ikincil şehirler; daha az sistemli olmalarıyla birlikte daha megakentlere olan yoğun göçü hafifletme, yeni iş ve yaşam fırsatları sunma, gelişmekte olan ülke ekonomilerini destekleme gibi kritik noktalarda kendilerini gösterirler.
Dünya genelinde özellikle Afrika ve Güney Asya’da sayıları ve önemleri her geçen gün artan ikincil şehirler, ülke kalkınmasında ve şehirleşmede önemli roller üstlenir. Ancak megakentlerin sıkışmışlığının aksine yeni yerleşim ihtiyaçlarına daha kolay cevap verebildikleri ve çoğu zaman megakentler ile geri kalmış şehirler arasında bir orta nokta oldukları için tercih edilen bu bölgeler, zaman zaman hızlı gelişmenin getirdiği yetersiz altyapı ve güvenlik sorunlarıyla da karşı karşıya kalabilir. Şehirleşmenin kontrolsüz olması durumunda şehre eklenen yeni mahalleler güvenlik ve altyapı açısından eksiklik yaşayabilir, artan nüfus eski altyapının zorlanmasına yol açabilir.
Bu noktada da şehir planlamacılarına önemli görevler düşer. Nüfusu ve refahı ülke geneline yayma görevi bulunan bu şehirlerin kısa sürede yeni sorun merkezleri olmasının önüne geçmek için planlı ve kararlı adımlar atılması, yeni mahallelerin inşa edilmesinden altyapı çalışmalarına kadar her aşamanın, modern ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak karşılanması şart. Ayrıca genellikle doğal yaşam alanlarına yakın olan bu bölgelerde şehir planlaması yapılırken yeşil alanların güçlendirilmesi, su kaynaklarının korunması gibi iklim krizine karşı önemlerin de alınması şart.
Kısacası nüfus arttıkça yeni iş fırsatlarının, girişimlerin, ekonomik gücün arttığı ikincil şehirler; doğru adımlar atıldığı sürece ülkelerin refahını tabana yayma ve megakentlere olan yığılmayı önleme çabaları için mükemmel yardımcılar olabilir. İkincil şehirlerle megakentler ve diğer şehirler arasında kurulacak köprüler ile etkileşim hızlandıkça ülke genelindeki büyük ekonomik ve sosyo-kültürel farkların azaltılması sağlanabilir, homojen sayılabilecek bir yapıya kavuşulabilir.