Şehirleşme dünyanın her bölgesinde hızla artıyor. Öyle ki 2050’ye geldiğimizde dünya nüfusunun yaklaşık %70’inin şehirlerde yaşaması bekleniyor. Yani kentlere binen yük daha da artacak gibi görünüyor. Bu aynı zamanda şehirlerde kaynakların ve genel yaşam şartlarının da daha fazla zorlaşabileceği anlamına geliyor. Çünkü nüfus arttıkça suya ve gıdaya olan talep artıyor, üretim gelişiyor, tüketim fazlalaşıyor. Etkilerini her geçen gün daha fazla hissettiğimiz iklim krizi de göz önünde bulundurulunca geleceği güvenli hale getirmek için şimdiden tüm önlemleri almamız gerektiği daha net bir şekilde görülüyor.
Bugün varlığımızı devam ettirebilmek için doğrudan muhtaç olduğumuz su ve hava konusunda pek başarılı adımlar attığımız söylenemez. Hemen her şehirde su kaynaklarının bilinçsiz kullanımı, kirletilmesi ve yok edilmesi nedeniyle önemli krizler yaşanmak üzere.
İstatistiklere göre dünya üzerinde her üç kişiden biri temiz içme suyuna erişim problemi yaşıyor. Yani ekonomik faaliyetlerin yarısından fazlasının dayandığı, gıda üretimi için en temel ihtiyacımız olan suya 2 milyardan fazla insan güvenle erişemiyor. Bazı bölgelerde de temiz su kaynağı hiç bulunmuyor. Bu da 2050 yılına geldiğimizde yalnızca gıda üretiminin yarı yarıya düşebileceği anlamına geliyor.
Hava kirliliği ise toplumsal sağlığı çok ciddi şekilde etkiliyor ve başta insan olmak üzere tüm yaşamı tehdit ediyor. Öyle ki Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya nüfusunun %99’u önerilen değerlerin üzerinde olan yani havası kirli olan bölgelerde yaşıyor ve yılda milyonlarca insan hava kirliliğine bağlı hastalıklar nedeniyle hayatını kaybediyor. Can kayıpları, hastalıklar, tedavi masrafları, ilaçlar, hasat miktarındaki düşüş gibi etkileri göz önünde bulundurulunca da hava kirliliğinin varlığımız için en önemli ama görünmez tehditlerden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Havayı ve suyu kirletenler ise aslında doğrudan biziz. Enerji üretimi, ulaşım, endüstri tesisleri, tarımsal ilaçlar, kimyasal maddeler, günlük alışkanlıklar, üretim yöntemleri, doğal alanların tahrip edilmesi, biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi, atık yönetimi, plansız kentleşme gibi tüm eylemlerimiz hem havanın hem de suyun kirlenmesini, tüm canlıların sağlığına zarar vermesini beraberinde getiriyor.
Bunun önüne geçmek, daha temiz su ve havaya erişmek için ise yapılabilecek geleneksel ve inovatif birçok eylem bulunuyor. Dünyanın farklı bölgelerindeki ülkelerde de bu yöntemler denenerek temiz hava ve suya ulaşma hedefi için çaba gösteriliyor.
İspanya Valensiya’da aşırı yağışlar ve şiddetli kuraklıklar gibi ekstrem hava olaylarına eskiyen altyapı da eklenince su sıkıntısı hızla artıyor. Zaman zaman sellerle gündem olan şehir, geçmişte nehir yatağını şehir merkezinden uzaklaştırmışa da yakın zamanda önemli bir adım atarak bu bölgeyi bir yeşil koridora dönüştürme çalışmalarını hayata geçirdi. Böylece yoğun yağışlarda suyun sele dönüşüp zarar vermeden şehirden tahliye edilmesi hedefleniyor.
Aynı zamanda bir dijital dönüşüm seferberliği de başlamış durumda. Sensörler, anlık veriler, teknoloji destekli gerçekçi tahminler ile arızalar, tıkanık noktalar, yağış beklentileri gibi durumlara karşı önlem alınması hedefleniyor. Bu sayede şebekedeki su kaybının önlenmesi, arızaların hızlıca tespit edilip giderilmesi, atık suyun arıtılıp şebekeye kazandırılması gibi birçok konuda %30 oranında verimlilik elde edilmeye başlanmış. Yani teknolojiden destek alınarak hem su kaybı azaltılıyor hem de su döngüsü güçlendiriliyor.
Benzer bir çalışma da Singapur’da karşımıza çıkıyor. Su kaynakları bakımından oldukça zayıf olan Singapur’da kamu ve özel sektör iş birliği ile mükemmel sayılabilecek bir su döngüsü oluşturulmuş durumda. Singapur atık su yönetimi, aslında tüm dünyanın örnek alabileceği şekilde dizayn edilmiş. Kısıtlı karasal alanın altına inşa edilen yaklaşık 50 kilometrelik tüneller, kanalizasyon sisteminden gelen atık suyu özel bir arıtma tesisine ulaştırıyor. Burada farklı aşamalardan geçen atık sular, filtreler sayesinde arındırılıyor ve tekrar kullanılabilir hale getirilerek şehre pompalanıyor. Yani kısıtlı miktardaki suyun mümkün olan en yüksek seviyede tekrar kullanılması sağlanıyor.
Bunların dışında Çin’in birçok şehrinde devlet desteğiyle inovatif su projeleri hayata geçiriliyor ve tatlı su kaynaklarının %6’sına sahip olan ülkenin su sıkıntısı yaşamaması için güçlü adımlar atılıyor. Özellikle tarım alanında dijital sulama, biyolojik ıslah, kapalı devre su sistemi gibi uygulamalarla verim artırılırken su tüketimi de kontrol altına alınıyor.
Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde ise temiz su elde etmek için deniz suyu arıtma projeleri her geçen gün artıyor. Öyle ki bugün dünyada tuzdan arındırılmış temiz suyun %40’ı Orta Doğu ülkelerinde kullanılıyor. Aynı şekilde Malta, Bahamalar, Maldivler gibi ülkelerde de temiz su elde etmek için deniz suyunun tuzdan arındırılması işlemi gerçekleştiriliyor.
Ayrıca Avustralya, Güney Afrika, Çin gibi ülkeler atmosferdeki su buharından su elde etmek için teknolojik yatırımlar yapıyor. Tüm bu çalışmaların odağında ise az olan temiz su kaynaklarını korumak, var olan kaynakları defalarca kullanabilmek ve yeni su kaynaklarına ulaşmak yer alıyor.
Havayı temiz hale getirmek için dünyanın birçok farklı bölgesinde örnek alınabilecek uygulamalar hayata geçiriliyor. Karbon emisyonu başta olmak üzere zararlı tüm partiküllerin ve kimyasal maddelerin havayı kirletmesini önlemeye odaklanan bu çalışmalara verilebilecek örneklerin başında düşük emisyon bölgeleri oluşturmak geliyor.
Londra ve Paris gibi şehirlerde uygulamaya konulan düşük emisyon bölgesi yaklaşımıyla yüksek kirletme gücüne sahip araçların şehir merkezlerine girmesi kısıtlanıyor veya engelleniyor, belirli seviyeleri aşan araçlar için para cezalarından trafikten menetmeye kadar yaptırımlar uygulanıyor. Hava kalitesini korumaya katkı sağlayacak araçların tercih edilmesi için de çeşitli teşvikler uygulanıyor.
Yeni Zelanda Wellington’da bu tip teşviklerin bir parçası olarak şehrin en yoğun bölgelerinde toplu taşıma araçları olarak elektrikli otobüsler kullanılıyor. Yalnızca birkaç yıl içinde bu uygulama sayesinde karbon emisyonunda yarı yarıya azalma görülmesi de projenin başarısını ortaya koyuyor. Üstelik artan hava kalitesinin yanında gürültü kirliliği de önemli oranda azalmış durumda.
Paris’in hava kalitesini artırma çalışmalarının diğer ayağını ise bisiklet yolları oluşturuyor. Şehrin hemen her önemli caddesine dahil edilen bisiklet yolları sayesinde bugün yoğun saatlerde trafikte araç sayısından çok bisiklet görmek mümkün. Bisiklet paylaşım programları, gelişmiş bisiklet yolları ve korumalı şeritler, sayesinde 20 yıl içinde havadaki partiküllerin %50 oranında azaltılması sağlanmış. Ayrıca Berlin, Bogota, Amsterdam gibi farklı kalabalık şehirlerde de bisiklet kullanımını artıracak altyapı çalışmaları her geçen gün artıyor.
Kısacası temiz hava ve su elde etmek için dünyanın farklı bölgelerindeki şehirler geleneksel ve inovatif birçok yöntem deniyor. Bu yöntemler dünyanın geri kalanına yayıldıkça hem bireysel hem de toplumsal katkılarla birlikte varlığımızı sürdürmemizin anahtarı olan hava ve suyun korunmasına katkı sağlayabiliriz.