Şehirlerin Geleceği Dikey Mimaride mi Saklı?
Son dönemin tartışma konularından biri “Dikey mimari faydalı mı, zararlı mı?” sorusu etrafında şekilleniyor. Bence bunun net bir cevabı yok. Yani doğrudan “Tamamen zararlı” ya da “Hiç zararı yok” demek pek kolay değil. Çünkü dikey mimarinin zararları da çok, yararları da.
Gelişen dünyada bir dönemin trendi dikey mimariydi. Zihinlerde yer eden New York ve Tokyo siluetleri de bunun somutlaşmış haliydi. Bizde de rağbet gördü. Çünkü özellikle büyükşehirlerde yaşam alanları oldukça kısıtlı. Düzensiz yapılaşma ve yerleşim nedeniyle de şehirlerin belli bölgelerine yığılma var. Örneğin İstanbul’da yaklaşık 20 milyon insan yaşıyor. Ancak şehrin çok daha küçük bir kısmı, hem iş hayatının hem de sosyal ve kültürel hayatın merkezi olduğu için daha fazla talep görüyor. Bu da dikey mimariye olan talebi arttırıyor.
Yani dikey mimari, konut inşa etmek için yeterli arazisi olmayan şehirler için bir bakıma kurtarıcı olarak görüldü. “Madem yeterli arsa yok, o zaman var olan arazide maksimum sayıda insanın barınmasını sağlayalım.” denildi. Ancak bu, şehrin daha da kalabalıklaşmasını beraberinde getirdi.
Çünkü 20-30-40 katlı binalar, rezidanslar, gökdelenler demek, bir binada çok sayıda insanın yaşaması demek. Bu da yığılma demek. Sonuç: Şehrin bir bölgesinde inşa edilen çok katlı binalarda binlerce kişi yaşıyor. Bu durum da o bölgenin kalabalıklaşmasına yol açıyor. Oluşan insan trafiği bir yana, araç trafiği bile içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bu trafikte altyapı aksaklıklarımızın da payı var elbet. Ancak tarihi bir şehir olan İstanbul’un merkezinde yeni yollar açmak pek mümkün değil. Yeni yollar açılamadığı için de dikey mimari ile yoğunlaşan bölgelerde trafik, bir problem olmaya devam ediyor.
Üstelik binyılların şehri İstanbul, siluetiyle tüm dünyada tanınıyor. Bize düşen de her yanı tarih olan bu şehirde silüeti korumak. O meşhur silüette göğe uzanan devasa kulelere ne kadar yer olduğu ise tartışılır.
Yan yana dizilmiş onlarca katlı binalar, doğanın şehre nüfuz etmesini de engelliyor. Bu konuda çeşitli araştırmalar yapılıyor. Buna göre şehrin yüksek betonlarla kaplanması, güneşin etkisini arttırdığı için yazlar daha da sıcak ve boğucu geçebiliyor. İstanbul’un kliması denilen kuzey rüzgarları, bu engelleri aşıp şehre etki edemiyor. Bu nedenle yeşile önem veren projeler ve yatay mimari, hem insanı hem de doğayı koruma bakımından öne çıkıyor. Biz de bu nedenle Ege Yapı olarak ÇamlıYaka Konakları ve Cer istanbul projelerimizde yatay mimariye önem verdik.
Dikey mimarinin zararlarından biri de aslında insanı yalnızlaştırması. Hem topraktan hem doğadan hem de insani ilişkilerden uzakta bir topluma yol açabiliyor. Bizim kültürümüzde ve milli değerlerimizde yer alan “birlikte yaşam” anlayışına oldukça uzak bir durum. Toprağa basmadan, yeşili hissetmeden, komşuluk ilişkileri kurmadan yaşamak, stresi daha derinden hissetmeye yol açıyor.
Şehrin bir noktasında yığılma olmasını önlemek, yatay mimarinin faydaları arasında belki de en önemlisi. Tabii bunun için sadece bir bölgeyi değil, şehrin birçok bölgesini kalkındırmak mühim. Nüfusun, yerleşim ve iş alanlarının geniş bir bölgeye eşit bir şekilde dağılması, trafik ve diğer altyapı sorunlarının yaşanmasının da önüne geçer. Son dönemde değeri iyice anlaşılan yatay mimari, yeşil alanlara önem veren projelerle birleşirse şehirlerin geleceği kurtarmayı başarabilir.
Gelişen dünyada bir dönemin trendi dikey mimariydi. Zihinlerde yer eden New York ve Tokyo siluetleri de bunun somutlaşmış haliydi. Bizde de rağbet gördü. Çünkü özellikle büyükşehirlerde yaşam alanları oldukça kısıtlı. Düzensiz yapılaşma ve yerleşim nedeniyle de şehirlerin belli bölgelerine yığılma var. Örneğin İstanbul’da yaklaşık 20 milyon insan yaşıyor. Ancak şehrin çok daha küçük bir kısmı, hem iş hayatının hem de sosyal ve kültürel hayatın merkezi olduğu için daha fazla talep görüyor. Bu da dikey mimariye olan talebi arttırıyor.
Yani dikey mimari, konut inşa etmek için yeterli arazisi olmayan şehirler için bir bakıma kurtarıcı olarak görüldü. “Madem yeterli arsa yok, o zaman var olan arazide maksimum sayıda insanın barınmasını sağlayalım.” denildi. Ancak bu, şehrin daha da kalabalıklaşmasını beraberinde getirdi.
Çünkü 20-30-40 katlı binalar, rezidanslar, gökdelenler demek, bir binada çok sayıda insanın yaşaması demek. Bu da yığılma demek. Sonuç: Şehrin bir bölgesinde inşa edilen çok katlı binalarda binlerce kişi yaşıyor. Bu durum da o bölgenin kalabalıklaşmasına yol açıyor. Oluşan insan trafiği bir yana, araç trafiği bile içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bu trafikte altyapı aksaklıklarımızın da payı var elbet. Ancak tarihi bir şehir olan İstanbul’un merkezinde yeni yollar açmak pek mümkün değil. Yeni yollar açılamadığı için de dikey mimari ile yoğunlaşan bölgelerde trafik, bir problem olmaya devam ediyor.
Üstelik binyılların şehri İstanbul, siluetiyle tüm dünyada tanınıyor. Bize düşen de her yanı tarih olan bu şehirde silüeti korumak. O meşhur silüette göğe uzanan devasa kulelere ne kadar yer olduğu ise tartışılır.
Yan yana dizilmiş onlarca katlı binalar, doğanın şehre nüfuz etmesini de engelliyor. Bu konuda çeşitli araştırmalar yapılıyor. Buna göre şehrin yüksek betonlarla kaplanması, güneşin etkisini arttırdığı için yazlar daha da sıcak ve boğucu geçebiliyor. İstanbul’un kliması denilen kuzey rüzgarları, bu engelleri aşıp şehre etki edemiyor. Bu nedenle yeşile önem veren projeler ve yatay mimari, hem insanı hem de doğayı koruma bakımından öne çıkıyor. Biz de bu nedenle Ege Yapı olarak ÇamlıYaka Konakları ve Cer istanbul projelerimizde yatay mimariye önem verdik.
Dikey mimarinin zararlarından biri de aslında insanı yalnızlaştırması. Hem topraktan hem doğadan hem de insani ilişkilerden uzakta bir topluma yol açabiliyor. Bizim kültürümüzde ve milli değerlerimizde yer alan “birlikte yaşam” anlayışına oldukça uzak bir durum. Toprağa basmadan, yeşili hissetmeden, komşuluk ilişkileri kurmadan yaşamak, stresi daha derinden hissetmeye yol açıyor.
Şehrin bir noktasında yığılma olmasını önlemek, yatay mimarinin faydaları arasında belki de en önemlisi. Tabii bunun için sadece bir bölgeyi değil, şehrin birçok bölgesini kalkındırmak mühim. Nüfusun, yerleşim ve iş alanlarının geniş bir bölgeye eşit bir şekilde dağılması, trafik ve diğer altyapı sorunlarının yaşanmasının da önüne geçer. Son dönemde değeri iyice anlaşılan yatay mimari, yeşil alanlara önem veren projelerle birleşirse şehirlerin geleceği kurtarmayı başarabilir.