İnşaat Sektöründe Greenwashing: Nelere Dikkat Edilmeli?
Ekstrem hava şartları, tükenmeye yüz tutan doğal kaynaklar, atık sorunu, gıda ve su krizi gibi gerçeklerle yüzleşmeye başladığımız günümüzde bu büyük sorunlara karşı en önemli mücadele araçlarımızdan biri hiç şüphesiz sürdürülebilirlik. Doğaya, kaynaklara, insana ve tüm canlılara saygılı, tüketmeye değil de korumaya odaklanan ve geleceğe pozitif bir katkı sunmayı hedefleyen sürdürülebilirlik çalışmalarına da artık hemen her alanda rastlıyoruz. Günlük hayattan üretim ve tedarik zincirine kadar temel kriterlerden biri olarak kabul etmeye başladığımız bu kavram, hiç şüphesiz inşaat sektöründe de kendine yer buluyor.
Sürdürülebilir inşaat malzemeleri, çevreye duyarlı mimari, doğaya zarar vermeyen üretim ve altyapı çalışmaları ile yapı sektörü, sürdürülebilirliğe önemli katkılar sağlama potansiyeline sahip. Bu yolla geçmişte verilen zararların etkilerini mümkün olan en düşük seviyeye çekmek ve yeni zararlar verilmesinin önüne geçmek mümkün. Ancak her alanda olduğu gibi inşaat sektöründe de yanıltıcı bilgiler ve uygulamalarla karşılaşılıyor. Sürdürülebilir mimari adıyla sunulan projelerin bazıları da bu yanlışa hizmet ediyor.
Aslında bu durumu greenwashing yani yeşil aklama olarak tanımlayabileceğimiz bu durum hem sektöre hem de genel olarak doğaya büyük zararlar veriyor. En basit haliyle greenwashing kavramı; şirketlerin ürün ya da hizmetlerini ve diğer uygulamalarını olduğundan daha çevreci, daha yeşil, daha sürdürülebilir ve iklim dostu olarak tanıtırken arka planda aksi yönde çalışmalar yapması olarak ifade edilebilir.
Yasal boşluklardan, muğlak ifadelerden ve çerçevesi netleştirilmemiş tanımlardan yararlanarak çevreye zarar veren uygulamaları sürdüren şirketler, aynı zamanda “yeşil politikaları” savunan bir imaj sahibi olabiliyor. Ürünlerinde ve operasyonlarında bir şekilde yanıltıcı ya da eksik bilgiler vererek hedef kitlelerini ve toplumları aldatma yoluna gidebiliyorlar.
Oysa bir ürün, hizmet ya da operasyonun sürdürülebilir olarak nitelendirilebilmesi için sahip olması gereken özellikler hemen her zaman bellidir. Çevreye etkisi, karbon ayak izi, emisyona katkısı, doğal kaynaklarla olan ilişkisi üzerinden sürdürülebilir olup olmadığına karar vermek mümkün. Ancak farklı ifadelerle öyle olmasa bile öyleymiş gibi yapmak da yaygın bir uygulama. Üstelik bu durumla son dönemde inşaat sektöründe de sıkça karşılaşılıyor.
İnşaat sektöründe greenwashing, projelerin gerçek özellikleri ile tanıtımları arasındaki farklarda kendini gösteriyor. Bir inşaatın sürdürülebilir tanımına uyması için sahip olması gereken özellikler belli olmasına rağmen çoğu zaman eksik ya da yanıltıcı ifadelerle bu kavram ön plana çıkarılıyor. Yeşil, eko, doğal gibi kavramların süslediği bu tip projelerde kullanılan malzemelerin, inşa sürecinin ve ortaya çıkan yapının -aslında olmadığı biçimde- sürdürülebilir mimari örneği olduğu vurgulanıyor.
Yapı sektöründe yeşil aklama uğruna düşük karbon emisyonlu, çevre dostu, enerji verimliliği yüksek olduğu duyurulan yapıların çoğunda bu iddiaları verilerle desteklemek, kanıtlar sunmak mümkün olmuyor. AB Komisyonu’nun bu konudaki bir çalışmasında da inşaat projelerinde öne sürülen benzer iddiaların yaklaşık yarısının destekleyici bir kanıta sahip olmadığı, yanıltıcı şekilde kullanıldığı dile getiriliyor. Bu durum da birçok sorunu beraberinde getiriyor.
Tüketiciler, çevreye olumsuz etkisi bulunmayan yapıları tercih etmeye yöneldikleri için bu ifadelere inanarak karar verebiliyorlar. Böylece aslında sahip olduğu iddia edilen özellikleri barındırmayan yapılara yatırım yapmış ve en dolaysız ifadeyle kandırılmış oluyorlar. Bu da zaman içinde inşaat sektörüne olan güvenin ağır darbe almasını beraberinde getiriyor.
Ayrıca birçok devletin ve organizasyonun ortaya koyduğu düşük karbon ya da sıfır karbon hedeflerine ulaşılabilmesi için önemli görevler üstlenen yapılardan da beklenen sonuçlar elde edilemiyor. Bu da ülkelerin, belirledikleri hedeflere ulaşamamasına ve insanlığın çevreye olan zararlı etkilerinin sürmesine yol açıyor.
Bu büyük sorunun önüne geçmek yani greenwashing uygulamalarını önlemek için ise bazı adımların atılması şart. İlk olarak denetleyici kurumların, yapılarda kullanılan malzemelerden inşa sürecine kadar her aşamayı yakından incelemesi ve taahhütlerle gerçeklerin uymasını sağlaması gerekiyor.
Devletler de atık yönetimi, enerji verimliliği, aydınlatma, iklimlendirme, malzemeler ve tedarik zinciri gibi tüm aşamaları ele alacak yasaları ve mevzuatları eksiksiz bir şekilde düzenlemeli. Yasal boşluklar, net olmayan tanımlamalar, sınırları belirsiz çerçevelerin ortadan kaldırılması ve kuralların kesinleştirilmesi, yaptırımların gözden geçirilmesi oldukça önemli.
Tüketicilerin yani toplumların ise daha bilinçli hareket etmeleri olmazsa olmaz. İlgilendikleri projelerdeki beyanlar ile verileri karşılaştırmaları, tanımların arkasında yatan gerçekleri süzebilecek şekilde bilgi sahibi olmaları gerekiyor. Bu konuda Finlandiya’da yapılan bir araştırmaya göre tüketicilerin %80’inden fazlası sürdürülebilir ürün ya da hizmetleri tanımlamakta zorlanıyor. Bu durumda da beyana inanarak doğru seçimleri yaptıklarını düşünmeleri kaçınılmaz.
Kısacası inşaat sektöründe yeşil aklamadan kaçınmak için devletlerin denetlemelere önem vermesi, yapı sektörünün kanıtlarla desteklenebilecek özellikleri öne çıkarması, tüketicilerin de söylemler ile gerçekler arasındaki farkı ayırt edebilecek bilgi birikimine sahip olması şart. Ancak bu yolla hem yapı sektörüne olan güven artabilir hem de sürdürülebilir mimari ile gezegenimizin geleceği desteklenebilir.
Sürdürülebilir inşaat malzemeleri, çevreye duyarlı mimari, doğaya zarar vermeyen üretim ve altyapı çalışmaları ile yapı sektörü, sürdürülebilirliğe önemli katkılar sağlama potansiyeline sahip. Bu yolla geçmişte verilen zararların etkilerini mümkün olan en düşük seviyeye çekmek ve yeni zararlar verilmesinin önüne geçmek mümkün. Ancak her alanda olduğu gibi inşaat sektöründe de yanıltıcı bilgiler ve uygulamalarla karşılaşılıyor. Sürdürülebilir mimari adıyla sunulan projelerin bazıları da bu yanlışa hizmet ediyor.
Aslında bu durumu greenwashing yani yeşil aklama olarak tanımlayabileceğimiz bu durum hem sektöre hem de genel olarak doğaya büyük zararlar veriyor. En basit haliyle greenwashing kavramı; şirketlerin ürün ya da hizmetlerini ve diğer uygulamalarını olduğundan daha çevreci, daha yeşil, daha sürdürülebilir ve iklim dostu olarak tanıtırken arka planda aksi yönde çalışmalar yapması olarak ifade edilebilir.
Yasal boşluklardan, muğlak ifadelerden ve çerçevesi netleştirilmemiş tanımlardan yararlanarak çevreye zarar veren uygulamaları sürdüren şirketler, aynı zamanda “yeşil politikaları” savunan bir imaj sahibi olabiliyor. Ürünlerinde ve operasyonlarında bir şekilde yanıltıcı ya da eksik bilgiler vererek hedef kitlelerini ve toplumları aldatma yoluna gidebiliyorlar.
Oysa bir ürün, hizmet ya da operasyonun sürdürülebilir olarak nitelendirilebilmesi için sahip olması gereken özellikler hemen her zaman bellidir. Çevreye etkisi, karbon ayak izi, emisyona katkısı, doğal kaynaklarla olan ilişkisi üzerinden sürdürülebilir olup olmadığına karar vermek mümkün. Ancak farklı ifadelerle öyle olmasa bile öyleymiş gibi yapmak da yaygın bir uygulama. Üstelik bu durumla son dönemde inşaat sektöründe de sıkça karşılaşılıyor.
Sürdürülebilir Yapılar Gerçekte Ne Kadar Sürdürülebilir?
İnşaat sektöründe greenwashing, projelerin gerçek özellikleri ile tanıtımları arasındaki farklarda kendini gösteriyor. Bir inşaatın sürdürülebilir tanımına uyması için sahip olması gereken özellikler belli olmasına rağmen çoğu zaman eksik ya da yanıltıcı ifadelerle bu kavram ön plana çıkarılıyor. Yeşil, eko, doğal gibi kavramların süslediği bu tip projelerde kullanılan malzemelerin, inşa sürecinin ve ortaya çıkan yapının -aslında olmadığı biçimde- sürdürülebilir mimari örneği olduğu vurgulanıyor.
Yapı sektöründe yeşil aklama uğruna düşük karbon emisyonlu, çevre dostu, enerji verimliliği yüksek olduğu duyurulan yapıların çoğunda bu iddiaları verilerle desteklemek, kanıtlar sunmak mümkün olmuyor. AB Komisyonu’nun bu konudaki bir çalışmasında da inşaat projelerinde öne sürülen benzer iddiaların yaklaşık yarısının destekleyici bir kanıta sahip olmadığı, yanıltıcı şekilde kullanıldığı dile getiriliyor. Bu durum da birçok sorunu beraberinde getiriyor.
Tüketiciler, çevreye olumsuz etkisi bulunmayan yapıları tercih etmeye yöneldikleri için bu ifadelere inanarak karar verebiliyorlar. Böylece aslında sahip olduğu iddia edilen özellikleri barındırmayan yapılara yatırım yapmış ve en dolaysız ifadeyle kandırılmış oluyorlar. Bu da zaman içinde inşaat sektörüne olan güvenin ağır darbe almasını beraberinde getiriyor.
Ayrıca birçok devletin ve organizasyonun ortaya koyduğu düşük karbon ya da sıfır karbon hedeflerine ulaşılabilmesi için önemli görevler üstlenen yapılardan da beklenen sonuçlar elde edilemiyor. Bu da ülkelerin, belirledikleri hedeflere ulaşamamasına ve insanlığın çevreye olan zararlı etkilerinin sürmesine yol açıyor.
Bu büyük sorunun önüne geçmek yani greenwashing uygulamalarını önlemek için ise bazı adımların atılması şart. İlk olarak denetleyici kurumların, yapılarda kullanılan malzemelerden inşa sürecine kadar her aşamayı yakından incelemesi ve taahhütlerle gerçeklerin uymasını sağlaması gerekiyor.
Devletler de atık yönetimi, enerji verimliliği, aydınlatma, iklimlendirme, malzemeler ve tedarik zinciri gibi tüm aşamaları ele alacak yasaları ve mevzuatları eksiksiz bir şekilde düzenlemeli. Yasal boşluklar, net olmayan tanımlamalar, sınırları belirsiz çerçevelerin ortadan kaldırılması ve kuralların kesinleştirilmesi, yaptırımların gözden geçirilmesi oldukça önemli.
Tüketicilerin yani toplumların ise daha bilinçli hareket etmeleri olmazsa olmaz. İlgilendikleri projelerdeki beyanlar ile verileri karşılaştırmaları, tanımların arkasında yatan gerçekleri süzebilecek şekilde bilgi sahibi olmaları gerekiyor. Bu konuda Finlandiya’da yapılan bir araştırmaya göre tüketicilerin %80’inden fazlası sürdürülebilir ürün ya da hizmetleri tanımlamakta zorlanıyor. Bu durumda da beyana inanarak doğru seçimleri yaptıklarını düşünmeleri kaçınılmaz.
Kısacası inşaat sektöründe yeşil aklamadan kaçınmak için devletlerin denetlemelere önem vermesi, yapı sektörünün kanıtlarla desteklenebilecek özellikleri öne çıkarması, tüketicilerin de söylemler ile gerçekler arasındaki farkı ayırt edebilecek bilgi birikimine sahip olması şart. Ancak bu yolla hem yapı sektörüne olan güven artabilir hem de sürdürülebilir mimari ile gezegenimizin geleceği desteklenebilir.