Doğanın İçinde Büyümek Huzurdan Fazlasını Sunuyor
Birkaç yıl önce ilginç bir istatistiği özetleyen ilgi çekici bir cümle okumuştum: Çocuklar, açık havada, hapishanelerdeki mahkumlardan daha az vakit geçiriyor!
Açıklaması da şöyleydi: 10 farklı ülkeden, 5-12 yaş arasında çocuğu olan 12 bin ailenin katıldığı bir araştırmaya göre çocukların üçte biri, günde 30 dakikadan daha azını açık havada geçiriyor. Her 2 çocuktan biri de açık havada günde 1 saatten az kalıyor. Dünyanın hemen her ülkesindeki hapishanelerde günlük açık hava izin süresinin en az 1 saat olduğu düşünülünce de en baştaki cümlenin doğru olduğu kesinleşiyor.
Peki, bu ne kadar doğru? Yani doğadan uzak yaşamak hem bugünü hem de gelecek nesilleri nasıl etkiliyor? Bu konuyla ilgili Danimarka’da bir çalışma yapılmış. 1985-2003 yılları arasında doğan 1 milyon Danimarkalı, doğumlarından itibaren incelenmiş. Sosyo-ekonomik durumları, ailelerin hastalık geçmişi ve iş hayatları da göz önünde bulundurularak yeşil alanlardan ne kadar uzak yaşadıkları ele alınmış ve sonuçlar değerlendirilmiş. Buna göre doğada zaman geçiren çocuklarda akıl hastalıklarına yakalanma riskinin %15 ile %55 arasında azaldığı ortaya çıkmış.
16 farklı akıl hastalığına yakalanma oranlarının ele alındığı bu çalışmada doğayla iç içe yaşamanın, hastalık türlerine göre farklı etkileri olduğu ortaya konulmuş. Zihinsel engelle ilgili bazı hastalık türlerinde doğanın koruyucu etkisi pek hissedilmese de birçok akıl hastalığında doğanın insanın akıl sağlığını koruduğu yönünde ciddi sonuçlara ulaşılmış.
Aslında hepimiz doğada vakit geçirmenin, ağaçlarla ve bitkilerle huzur verdiğini az çok biliyoruz. Ancak bunun çok uzun süreyi kapsayan bilimsel bir çalışmayla ortaya koyulması, sesinin daha çok duyulmasını sağlayabilir. Ormanların ve diğer ağaçlık alanların fiziksel sağlığımıza etkileri zaten biliniyordu. Ciğerlerimize temiz hava doldurdukça bol oksijen sayesinde hücrelerimiz yenileniyor, organlarımız görevlerini daha iyi yerine getiriyor ve sonucunda da daha sağlıklı bir bünyeye sahip oluyoruz. En basit haliyle ormanların ve yeşil alanların insan sağlığına etkileri bunlar.
Akıl sağlığı ise bunun bir adım ötesinde. Şehrin stresi, kalabalık, gürültü, kirli hava derken zihnimiz bir süre sonra yorulmaya başlıyor. Günlük hayatın monotonluğuna, tekdüze yaşama, hiç bitmeyen strese yol açan şehir ya da daha doğrusu doğadan uzak yaşamak, bir süre sonra duygularımızın adını koymayı, onları dile getirmeyi ve en önemlisi kendimizi dinlemeyi imkansız hale getiriyor.
Oysa doğa, strese karşı bir kalkan görevi üstlenir. Doğada vakit geçirdikçe stres azalırken bunun tam tersi olarak doğadan uzaklaştıkça stres artıyor ve dayanılmaz bir hal alıyor. Ayrıca doğanın faydalarından biri de problem çözme ve odaklanma yeteneklerini artırması. Çünkü doğanın kendisi bir ilham kaynağı ve her an yeni bir seçenek sunacak kadar da bonkör.
Ayrıca dünyanın en yaygın problemlerinden biri olan obezite de doğadan uzakta kalmakla yakından ilgili. Doğayla iç içe olan çocuk demek, daha fazla efor ve fiziksel aktivite demek. Bu da sporu sevmeyi sağlıyor ve beden sağlığını koruyor.
Yani anlıyoruz ki doğa, onunla temas kurdukça huzurdan çok daha fazlasını sunuyor. Bize düşen de bu bonkörlüğün hakkını vermek. Biz de doğanın beden ve akıl sağlığı için öneminin farkında olarak Ege Yapı projelerinde hem çocuklar hem de yetişkinler için bol yeşil alan ayırmaya özen gösteriyoruz. Çünkü biliyoruz ki daha sağlıklı bir gelecek, daha huzurlu bir toplum için doğayla barışık olmak şart.
Açıklaması da şöyleydi: 10 farklı ülkeden, 5-12 yaş arasında çocuğu olan 12 bin ailenin katıldığı bir araştırmaya göre çocukların üçte biri, günde 30 dakikadan daha azını açık havada geçiriyor. Her 2 çocuktan biri de açık havada günde 1 saatten az kalıyor. Dünyanın hemen her ülkesindeki hapishanelerde günlük açık hava izin süresinin en az 1 saat olduğu düşünülünce de en baştaki cümlenin doğru olduğu kesinleşiyor.
Peki, bu ne kadar doğru? Yani doğadan uzak yaşamak hem bugünü hem de gelecek nesilleri nasıl etkiliyor? Bu konuyla ilgili Danimarka’da bir çalışma yapılmış. 1985-2003 yılları arasında doğan 1 milyon Danimarkalı, doğumlarından itibaren incelenmiş. Sosyo-ekonomik durumları, ailelerin hastalık geçmişi ve iş hayatları da göz önünde bulundurularak yeşil alanlardan ne kadar uzak yaşadıkları ele alınmış ve sonuçlar değerlendirilmiş. Buna göre doğada zaman geçiren çocuklarda akıl hastalıklarına yakalanma riskinin %15 ile %55 arasında azaldığı ortaya çıkmış.
16 farklı akıl hastalığına yakalanma oranlarının ele alındığı bu çalışmada doğayla iç içe yaşamanın, hastalık türlerine göre farklı etkileri olduğu ortaya konulmuş. Zihinsel engelle ilgili bazı hastalık türlerinde doğanın koruyucu etkisi pek hissedilmese de birçok akıl hastalığında doğanın insanın akıl sağlığını koruduğu yönünde ciddi sonuçlara ulaşılmış.
Aslında hepimiz doğada vakit geçirmenin, ağaçlarla ve bitkilerle huzur verdiğini az çok biliyoruz. Ancak bunun çok uzun süreyi kapsayan bilimsel bir çalışmayla ortaya koyulması, sesinin daha çok duyulmasını sağlayabilir. Ormanların ve diğer ağaçlık alanların fiziksel sağlığımıza etkileri zaten biliniyordu. Ciğerlerimize temiz hava doldurdukça bol oksijen sayesinde hücrelerimiz yenileniyor, organlarımız görevlerini daha iyi yerine getiriyor ve sonucunda da daha sağlıklı bir bünyeye sahip oluyoruz. En basit haliyle ormanların ve yeşil alanların insan sağlığına etkileri bunlar.
Akıl sağlığı ise bunun bir adım ötesinde. Şehrin stresi, kalabalık, gürültü, kirli hava derken zihnimiz bir süre sonra yorulmaya başlıyor. Günlük hayatın monotonluğuna, tekdüze yaşama, hiç bitmeyen strese yol açan şehir ya da daha doğrusu doğadan uzak yaşamak, bir süre sonra duygularımızın adını koymayı, onları dile getirmeyi ve en önemlisi kendimizi dinlemeyi imkansız hale getiriyor.
Oysa doğa, strese karşı bir kalkan görevi üstlenir. Doğada vakit geçirdikçe stres azalırken bunun tam tersi olarak doğadan uzaklaştıkça stres artıyor ve dayanılmaz bir hal alıyor. Ayrıca doğanın faydalarından biri de problem çözme ve odaklanma yeteneklerini artırması. Çünkü doğanın kendisi bir ilham kaynağı ve her an yeni bir seçenek sunacak kadar da bonkör.
Ayrıca dünyanın en yaygın problemlerinden biri olan obezite de doğadan uzakta kalmakla yakından ilgili. Doğayla iç içe olan çocuk demek, daha fazla efor ve fiziksel aktivite demek. Bu da sporu sevmeyi sağlıyor ve beden sağlığını koruyor.
Yani anlıyoruz ki doğa, onunla temas kurdukça huzurdan çok daha fazlasını sunuyor. Bize düşen de bu bonkörlüğün hakkını vermek. Biz de doğanın beden ve akıl sağlığı için öneminin farkında olarak Ege Yapı projelerinde hem çocuklar hem de yetişkinler için bol yeşil alan ayırmaya özen gösteriyoruz. Çünkü biliyoruz ki daha sağlıklı bir gelecek, daha huzurlu bir toplum için doğayla barışık olmak şart.