"Aykırı" Mimarinin Son Büyük Temsilcisi: Frank Gehry
Bir mimar için önemli olan, belirlenmiş standartlar içinde mükemmele yakın eserler mi vermektir, yoksa ilk bakışta üreticisini belli eden tasarımlara mı imza atmaktır? Bu sorunun kesin bir cevabını bulmak bence pek mümkün değil. Ancak hem çağdaşlarını hem de peşinden gelen nesilleri etkileyen mimarlara bakınca “aykırı” olmayı başarabilenlerin isimlerini tarihe yazdırdıkları aşikar. Daha doğrusu bir karakter özelliği olarak aykırı olanlar bunu başarıyor. Yoksa diğerleri taklitçilikten öteye geçemiyor.
Aykırı stili ile adını tarihe yazdırmayı başaran Frank Gehry. 20. yüzyılın en değerli mimarlarından biri olarak gösteriliyor ve postmodern anlayışı ile işlevselliği farklı biçimde yorumlamayı başarmış isimlerin başında geliyor. Bir diğer özelliği de tasarımlarındaki cesareti. Ağlar, kafesler, oluklu levhalar, metaller ve kontrplaklar, Frank Gehry’nin mimari stilinin olmazsa olmaz aykırı malzemeleri. Bu alışılmışın dışındaki malzemeler, onu kontrol edilemez ve sınırlandırılamaz yapan özelliklerin simgesi sayılabilir.
Asıl adı Ephraim Goldberg olan ve Toronto’da doğan Frank Gehry, başta Pritzker Mimarlık Ödülü, Başkanlık Özgürlük Madalyası, Ulusal Sanat Madalyası ve Amerikan Mimarlar Enstitüsü Altın Madalyası olmak üzere çok sayıda büyük ödülün sahibi. Bu da başarısının tüm dünya tarafından tescillendiğini gösteriyor. Peki; Frank Gehry, ödülleri kazanmak için ne kadar çalıştı, en baştan beri beğeniliyor muydu, kendisini kabul ettirmesi kolay mı olmuştu?
Her aykırı isimde olduğu gibi Frank Gehry de hayatının özellikle ilk yıllarında kendini kabul ettirme konusunda sıkıntılar yaşadı. Modern çağın sunduklarıyla yetinmediği için eşsiz hayal gücünü de işin içine kattı. Hatta 1980’lerde yapısökümcülük olarak da adlandırılan dekonstrüktivizmin önde gelen temsilcisi olarak kabul edildi. Küçük bir not: Mimaride dekonstrüksiyon olarak adlandırılan dekonstrüktivizm, özetle yapının parçalarının yamultulmasını ve kaydırılarak aykırılığı merkeze oturtmayı hedefler. Dekonstrüktivizmden etkilenen bir mimarın elinden çıkan binalar aykırılıklarıyla ilk bakışta dikkat çeker. Dev plakalar, ortasından darbe almış da yamulmuş gibi görünen binalar bu anlayışın ürünüdür.
Kendini daima yenilemesi ve farklı mimari stiller arasında geçiş yapabilmesiyle güncelliğini koruyan Gehry’nin değişmeyen en önemli özelliği belirsizliği. Oluklarla dalgaları andıran çatılar, ezilmiş konserve, ortasından sıkılmış kutu, karaya vurmuş parlak bir gemi… Frank Gehry’nin eserlerini birçok şeye benzetmek mümkün. Hatta aynı eserlerini birçok farklı şeymiş gibi yorumlamak da… İşte, bu belirsizlik onu aykırı kılıyor. Mimari camiada biraz tecrübesi olan biri Frank Gehry’nin yapılarını gördüğü an tanıyabilir.
En başta da belirttiğim gibi bu hareket alanını, bu özgürlüğü kazanmak için çok mücadele etmesi gerekti ünlü mimarın. Eleştirmenler tarafından kaba, eksik, dengeden yoksun, hayalperest gibi sıfatlarla tanımlanan Frank Gehry’nin estetik anlayışı, kendini yalnızca mimaride göstermiyordu. 1970’lerde tasarladığı Wiggle sandalyesi ile dikkatleri üzerine çeken Gehry, kendi evini yenilerken yaptığı dokunuşlar ile mimari camianın da dikkatini üzerine çekmeyi başardı.
Onu takip eden önemli yapılarla bugün artık bir ölümsüz olan Frank Gehry’nin eserleri arasında Guggenheim Bilbao Müzesi, Walt Disney Konser Salonu, Weisman Sanat Müzesi, Vitra Tasarı Müzesi, Lou Ruvo Beyin Sağlığı Merkezi, Prag’daki ünlü Dans Eden Ev, Pritzker Müzik Pavyonu gibi birçok farklı yapı bulunuyor. Yolu bir dönem Türkiye’ye de düşen Frank Gehry, Suna Kıraç Kültür Merkezi için “kendi standartlarına uygun” bir tasarım hazırlasa da yasal anlaşmazlıklar nedeniyle iptal edilmişti.
Kuralsızlığın ve belirsizliğin en büyük mimari temsilcilerinden biri olan Frank Gehry için “starchitect” yani “yıldız mimar” demek en doğrusu olur. Çünkü o, herhangi bir akımla sınırlandırılamayacak kadar eşsiz ve aykırı.
Aykırı stili ile adını tarihe yazdırmayı başaran Frank Gehry. 20. yüzyılın en değerli mimarlarından biri olarak gösteriliyor ve postmodern anlayışı ile işlevselliği farklı biçimde yorumlamayı başarmış isimlerin başında geliyor. Bir diğer özelliği de tasarımlarındaki cesareti. Ağlar, kafesler, oluklu levhalar, metaller ve kontrplaklar, Frank Gehry’nin mimari stilinin olmazsa olmaz aykırı malzemeleri. Bu alışılmışın dışındaki malzemeler, onu kontrol edilemez ve sınırlandırılamaz yapan özelliklerin simgesi sayılabilir.
Asıl adı Ephraim Goldberg olan ve Toronto’da doğan Frank Gehry, başta Pritzker Mimarlık Ödülü, Başkanlık Özgürlük Madalyası, Ulusal Sanat Madalyası ve Amerikan Mimarlar Enstitüsü Altın Madalyası olmak üzere çok sayıda büyük ödülün sahibi. Bu da başarısının tüm dünya tarafından tescillendiğini gösteriyor. Peki; Frank Gehry, ödülleri kazanmak için ne kadar çalıştı, en baştan beri beğeniliyor muydu, kendisini kabul ettirmesi kolay mı olmuştu?
Her aykırı isimde olduğu gibi Frank Gehry de hayatının özellikle ilk yıllarında kendini kabul ettirme konusunda sıkıntılar yaşadı. Modern çağın sunduklarıyla yetinmediği için eşsiz hayal gücünü de işin içine kattı. Hatta 1980’lerde yapısökümcülük olarak da adlandırılan dekonstrüktivizmin önde gelen temsilcisi olarak kabul edildi. Küçük bir not: Mimaride dekonstrüksiyon olarak adlandırılan dekonstrüktivizm, özetle yapının parçalarının yamultulmasını ve kaydırılarak aykırılığı merkeze oturtmayı hedefler. Dekonstrüktivizmden etkilenen bir mimarın elinden çıkan binalar aykırılıklarıyla ilk bakışta dikkat çeker. Dev plakalar, ortasından darbe almış da yamulmuş gibi görünen binalar bu anlayışın ürünüdür.
Kendini daima yenilemesi ve farklı mimari stiller arasında geçiş yapabilmesiyle güncelliğini koruyan Gehry’nin değişmeyen en önemli özelliği belirsizliği. Oluklarla dalgaları andıran çatılar, ezilmiş konserve, ortasından sıkılmış kutu, karaya vurmuş parlak bir gemi… Frank Gehry’nin eserlerini birçok şeye benzetmek mümkün. Hatta aynı eserlerini birçok farklı şeymiş gibi yorumlamak da… İşte, bu belirsizlik onu aykırı kılıyor. Mimari camiada biraz tecrübesi olan biri Frank Gehry’nin yapılarını gördüğü an tanıyabilir.
En başta da belirttiğim gibi bu hareket alanını, bu özgürlüğü kazanmak için çok mücadele etmesi gerekti ünlü mimarın. Eleştirmenler tarafından kaba, eksik, dengeden yoksun, hayalperest gibi sıfatlarla tanımlanan Frank Gehry’nin estetik anlayışı, kendini yalnızca mimaride göstermiyordu. 1970’lerde tasarladığı Wiggle sandalyesi ile dikkatleri üzerine çeken Gehry, kendi evini yenilerken yaptığı dokunuşlar ile mimari camianın da dikkatini üzerine çekmeyi başardı.
Onu takip eden önemli yapılarla bugün artık bir ölümsüz olan Frank Gehry’nin eserleri arasında Guggenheim Bilbao Müzesi, Walt Disney Konser Salonu, Weisman Sanat Müzesi, Vitra Tasarı Müzesi, Lou Ruvo Beyin Sağlığı Merkezi, Prag’daki ünlü Dans Eden Ev, Pritzker Müzik Pavyonu gibi birçok farklı yapı bulunuyor. Yolu bir dönem Türkiye’ye de düşen Frank Gehry, Suna Kıraç Kültür Merkezi için “kendi standartlarına uygun” bir tasarım hazırlasa da yasal anlaşmazlıklar nedeniyle iptal edilmişti.
Kuralsızlığın ve belirsizliğin en büyük mimari temsilcilerinden biri olan Frank Gehry için “starchitect” yani “yıldız mimar” demek en doğrusu olur. Çünkü o, herhangi bir akımla sınırlandırılamayacak kadar eşsiz ve aykırı.